Kayıtlar

BİR ADAMIN ONTOLOJİK SANCILARI

Resim
BİR ADAMIN  ONTOLOJİK SANCILARI *KENDİNİ TASARLAMA Bu kadar borcu nasıl yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Sağı solu   eprimiş halıya bağdaş kurmuş oturuyor, bir yığın kredi kartı ekstresini   mutlaka bir yanlışlık var ümidiyle inceliyordu. Mutfak masrafı, doğal gaz ,telefon   , birkaç   kıyafet taksiti, elektrik, nakit avans derken liste uzayıp gidiyordu. Bütün bunlar, yaşamak için gerekli harcamalar gibi göründü ona.   Keman   faturası hariç. Orada karşısında geçen ay aldığı kemanın     faturası   ışıklı tabela içinde yazılmış gibi bağırıyordu. _ Ben sana gerekli değilim. Parası peşin ödenmiş olan bu pahalı alet,   olmasaydı ne olurdu ? Keşke almasaydı. Tüm öğle yemeklerinde simit yese   bile     cebinde harçlık kalmıyordu. Belli ki yine bir sonraki ayın maaşından avans kullanacaktı. Belki de kemanı       satmalıyım diye düşündü. Hiç olmazsa o zaman düze çıkabilirdi. Canım alt tarafı bir fabrika işçisiydi işte. Kemanı olup ta ne olacaktı? Hem ders te       alamayacakt
Resim
ŞAİRİN ÖYKÜSÜ Midesinden ağzına doğru ilerleyen ve durmadan artan huzursuzluk duygusu   elle tutulabilir bir ağrıya dönüşüyordu. Gazetenin üçüncü sayfasının üzerine kamburunu çıkararak eğilmiş, bir adamın bir köpeği arabasına bağlayarak   işkence edişinin haberini okuyordu. Harfler satırlardan havalanıyor, yazılar zaman zaman netliğini kaybediyor, okunmaz hale geliyordu. Tansiyonu   iniyor ya da çıkıyor olmalıydı. Göz kararması, baş dönmesi, kulak çınlaması, mide bulantısı ve aynı anda midesinin korkunç ağrısı , şakaklarında zonklamalara neden olmuştu. Bayılsa   bu lanet an daha çabuk bitecek, sonrasında belki hiçbir şey hatırlamayacaktı ama dünya o kadar adil bir yer sayılmazdı. Ne yazık ki en çok acı çekenlere , en kötü haberlere şahit olma ödevi verilmiş bir dünyada yaşıyorduk. Bir balon gibi içini patlayıncaya kadar üzüntüyle, acımayla, öfke ve şiddetle doldurdu. _ Amına koduğumun iti, dedi. Tıpkı balonun patladığında çıkardığı o ses gibi tekrar duymak istemeyeceğimiz ses
Resim
ENKAZ Bulaşık yıkarken aniden çöktüm. Musluğu bile kapatamadım. Elim kolum sabun köpüğüydü. Vücudum bir anda pelte gibi dağılıvermişti. Gözyaşlarım biri düğmeye basmış gibi otomatik olarak akmaya başlamıştı. O ağlama krizlerinden biri daha biliyordum. Biliyordum geçecek. Bu kasılmalar, bu kolumu kaldıracak gücümün kalmayışı , bu nöbetler mutlaka bitecekti.  Yorgunum. Pencereden bir kafa uzansa mesela,  ya da saksımdaki begonviller konuşmaya başlasa : _ Bekle; iki ay sonra bulaşıkları kim yıkayacak diye kavga ettiğinizi unutacaksın, üç ay sonra   Sodom Gomore’ yi eline alıp altı çizili cümlelere bakabileceksin, dört ay sonra   rakı içebilecek, beş ay sonra ‘’ Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim ‘’i dinlerken ağlamayacak hatta şarkıyı söyleyebileceksin, dese. Ne olur biri onu ne zaman unutacağımı bana söylese. Biri ya da bir şey onunla anılarım arasında perde olsa. Ne olur? Kalktı. Musluğu kapattı. Toparlanmalıyım. Ben dünyaya onunla gelmedim ki. Ne olmuş   terk edildiysem? Düny

öykü, Bay Kahraman Bir Kraldır!

Resim
Bay Kahraman Bir Kraldır! Irmak kenarı dinlenmek için iyi bir yerdir. Suyun şırıltısı insana bir süre sonra ninni gibi gelir. Öyle huzurlu bir yerdir ki gelip geçen birilerini istemez insan. Mütemadiyen öten kuşların sesleri bile   burada    yemekten sonra yenilen tatlı gibi fazlalık hissi uyandırır. Yorgun bir adam için muhakkak sığınılacak     en güzel limandır ırmak kenarı. Bay Kahraman da   el arabasıyla sokak sokak dolaşıp yeterince kağıt topladıktan sonra    bir parça dinlenmek ve cıgarasını tüttürmek için buraya geldi.   Arabayı   hemen arkadaki   büyük   yalankoz ağacının dibine yasladı.   Sıcaktan sırtına yapışmış gömleğini de çıkarıp   ağacın dalına astı. Ne çıkar uçsa alt tarafı on paralık eski gömlek. Ama Bay Kahraman   uçmamasını garantiye almak için gömleğin kollarını sıkıca dala bağladı. Dünyada sadece iki gömleği olan bir adamın böyle yapması bize tuhaf gelmemeli. Anlıyorsunuz ya fakirlik pek fena bir şeydir. Adama ırmak kenarında bile tam bir keyif yaptırmaz. V

ÖYKÜ, GELİNCİKLER

Resim
GELİNCİKLER Beyaz Toros arabanın, tozlu arka camından bakarken gördüklerim mıh gibi çivilenmiş gözlerime. Ne yapıyorlar, ne konuşuyorlar? Anne neredesin? _ Resmi nikahı geciktirmeyesin Recep, jandarma dert olmasın başımıza. _ Yakında yaparım Allah’ın izniyle emmi. … Gelin olacaksın dedi annem.   Süt sağmaktan çatlamış ellerime baktım. Sobanın önüne serdiğimiz gazetedeki, boyalı kadına baktım.   Emine’yle atladığımız   ip vardı köşede ona baktım. _ Gelinlik mi giyeceğim anne? Yaşasın!   Kırmızı dudak boyası sürecekler mi bana ? Süreceklermiş.   Bıyıklı bir ağabey gelip gitmeye başladı sonraları bize.   Babama bir tomar para, anneme altın bir kemer verdi.   Yağlı kavurma kazanını yıkarken , duyuyordum: _ Elinden iş gelir mi? _ Gelmez mi,   yüz davar sağar bana mısın demez. _ Yaşı kaç? _ On beşine girdi yenice.   Okuması yazması var ama şart olsun ergen olunca bıraktırdım okulu. Kardeşlerine baktı evde. _ İyi etmişsin emmi.   Kız kısmısı gün görmeyecek ki
Resim
GİDİŞAT AMCA Çocukluğum, Trakya da  bir sahil kasabasında  geçti. Pırıl pırıl denizimiz, altın rengi kumsalımız olmasına rağmen nedense tek turist uğramazdı bizim yöreye. Gazeteler rengarenk turizm patlamalarından bahsederken  sarışın kişiler sadece gazetelerde görünüyordu  bize. İhtiyaç duyulmadığından olacak kasabamızda yalnızca bir otel vardı. Bu tek otel ,kasabanın medar ı iftiharı Yıldız Oteliydi. Küçük ve bakımlı bir oteldi bu. Bahçesinde küçük fıskiyeli havuzu, ışıklı tabelası, döner kapısı vardı. Otelde;  her işe koşan  Adil Ağabey, aşçı Dursun Amca  ve bir de temizlik işlerini gören annemle beraber toplam üç personel çalışıyordu. Bu otelin sahibi eski bürokratlardan Gidişat Amcaydı. Gerçek adı  Muzaffer olan  yaşlı amcanın arkasından herkes Gidişat Amca diye bahsediyordu. Yüzüne karşı bir şey söylemek lazım gelirse ancak o zaman Muzaffer Bey dediklerini duyuyordum. Seksenine  merdiven dayadığını düşündüğüm bu amca kırmızı benizli, apapak saçlı ,  şişmanca iri yarı bir a

ÖYKÜ,TERK

Resim
TERK Fakültenin çıkış saatinde kapıda durmuş, bekliyordum. Sessiz bir andı. Sabah yağan yağmurun bıraktığı berraklık ile bütün renkler daha keskin ve parlak görünüyordu. Kapının hemen yanındaki büfeden ucuz sucuk kokusu geliyordu. Tüyleri kirden griye dönmüş bir kedi, yerdeki adacıklara basa basa büfeye doğru gidiyordu. İçeriye girmeme izin vermeyen güvenlik görevlisi duvara yaslanmış çay içerken durmadan beni dikizliyordu. Az sonra çantamdan silahımı çıkarıp sağa sola ateş edecekmişim gibi bir suçluluk hissediyordum. Ondan yana bakmamaya çalıştıkça bakışlarımız çarpışıyordu. Sonra sessizliğin huzursuz edici hali bozuldu. Dersten çıkan bir dolu öğrenci, gülerek, şakalaşarak kapıya doğru gelmeye başladılar. Siyah palto giyenlere, sen misin diye dikkatle bakıyordum. Ve seni gördüm. Kalabalığın içinde gözlerin ışık ışık seçiliyordu. O kadar hafif yürüyordun ki; uçar gibi, bir müjde almış gibi, hiç derdin yok gibi, üzüldüm. Beni gördün. O anda hemen çantamdan bir şeyler arıyormuş gi