ŞAİRİN ÖYKÜSÜ
Midesinden ağzına doğru ilerleyen ve durmadan artan
huzursuzluk duygusu elle tutulabilir bir
ağrıya dönüşüyordu. Gazetenin üçüncü sayfasının üzerine kamburunu çıkararak
eğilmiş, bir adamın bir köpeği arabasına bağlayarak işkence edişinin haberini okuyordu. Harfler
satırlardan havalanıyor, yazılar zaman zaman netliğini kaybediyor, okunmaz hale
geliyordu. Tansiyonu iniyor ya da
çıkıyor olmalıydı. Göz kararması, baş dönmesi, kulak çınlaması, mide bulantısı
ve aynı anda midesinin korkunç ağrısı , şakaklarında zonklamalara neden
olmuştu. Bayılsa bu lanet an daha çabuk
bitecek, sonrasında belki hiçbir şey hatırlamayacaktı ama dünya o kadar adil
bir yer sayılmazdı. Ne yazık ki en çok acı çekenlere , en kötü haberlere şahit
olma ödevi verilmiş bir dünyada yaşıyorduk. Bir balon gibi içini patlayıncaya
kadar üzüntüyle, acımayla, öfke ve şiddetle doldurdu.
_ Amına koduğumun iti, dedi. Tıpkı balonun patladığında
çıkardığı o ses gibi tekrar duymak istemeyeceğimiz sesler çıkardı.
_Ben bu dünyanın, buna izin verenlerin,
cezalandırmayanların, benim gibi intihar edemeyecek kadar yüreksiz olanların
topunun amına koyayım,
Uzaktan fısıldama gibi sesler duyan garson çocuk koşup
geldi.
_ Bir şey mi istedin ağabey?
_Bir çay getiriver sana zahmet koçum.
Çoğalan mide ağrılarına çay mutlaka iyi gelecekti. Çaya sıcak bir iç banyosu demek pek yakışıklı
bir benzetme olur. Sıcak bir banyo nasıl tozu kiri arındırıyor ve insanı hiç
ölüm yokmuş gibi rahatlatıyorsa, çay da insanın içinin pasını, kirini,
sıkıntısını, huzursuzluğunu azaltıyordu.
Bir yudum içip düşünmeye başladı.
_ Şiirinizi yazarken nelerden besleniyorsunuz? Diye
sormuştu dergicinin biri. O zaman
yaşadıklarımdan demişti ama tam olarak doğru değildi bu. Aslında o
ağlayamadıklarını, tüküremediklerini, bağıramadıklarını, dövemediklerini,
sövemediklerini yazıyordu. Bir misyonum
olsun dediği yoktu aslında. Haydi bir işkencenin şiirini yazayım da okuyucular
bilinçlensinler daha ahlaklı olsunlar filan umurunda değildi. O sadece
ağrılarını yazıyordu. Bir yerlerde
adamlar savaşıyor diye çocuklar ölünce , beş çocuklu kadınlar kocaları
tarafından kesilince, çöpte bir bebek cesedi bulununca, evini ısıtmak için odun
alamayan kadın intihar edince, ağaçlar kesilip lüks siteler yapılınca yazıyordu.
Bu bir türlü sindirilemeyen taşlar
adamın önce tüm bedenini dolaşıp ağrıtıyor en sonunda kursağında birikiyordu.
Nihayet bir gece (nedense hep gece) adam taşları kağıda kusuyordu. Şair bunu
kabul etmez , şiirine kusmuk demek elbette istemez. Ama böyle şiddetli bir
sindirilemeyişin sonucu başka ne olabilir? Burada biraz da şairin ilham
perisinden söz etmek gereklidir.
Ressamların,
heykeltıraşların, müzisyenlerin, yazarların ve elbette şairlerin ilham perileri
vardır. Kimi görünür kimi görünmez. Kimi dişi kimi erkek, kimi süslü kimi sade.
Ekseriyetle hepsi iyi kalpli güzel yaratıklardır. Ne yazık ki şairin perisi bir
böcektir. Vızıldanıp duran, kara, sert kabuklu, çirkin bir böcek. Ara sıra
konuşurlar.
_ Neden şu güzel perilerden biri değilsin sanki? Neden güzel
Kalliope, Erato ve ya Thalia gibi değilsin? Neden bana mutluluk vermiyorsun
sanki? Sen gelince yazıyorum evet ama hiç mutlu olmuyorum ki!!
Binlerce yıldır çeşitli şairlere ilham olmuş peri Sappho sinirlendi. Kükreyen bir ses tonuyla
haykırdı.
_ Bakın , bensiz boş
lakırdıları toplayıp yapıştıramayacak şu zavallıya! Sana ilk geldiğim günü ne çabuk
unuttun söyle. Buluttan bir elbise giymiş mavi gözlü bir çocuktum ben. Sen beni
acıyla, kırgınlıkla, kızgınlıkla besleyip
büyüttün. Işıldayan bir lir ve
yıldız ışığından bir maske ben de isterdim ama sen bana muhteviyatı
acıların olan kara ve sert bir kabuk takıyorsun. Söyle seni zavallı !! Bana
billur kaplarda tertemiz sular, ak pak gün ışıkları, mutlu şarkılar mı verdin ki
benden mutluluk bekliyorsun!!!
Şair doğruluğunu bildiği bu sözler karşısında şiddetli bir
suçluluk duygusuna kapıldı. Tüm suçlular gibi öfkelendi ve suçtan kurtulmak
istedi.
_ Öyleyse git. Git ve beni rahat bırak. Git ve sana
taktıklarımdan kurtul. Sana ihtiyacım olmadığını göreceksin . Şairin
mürekkebi vicdanıdır. Bunu sen ve dahası
tüm kainat anlayacak. Herkes sevecek kelimelerimi ve hayran olacak bana .Git
seni böcek bir daha da geri gelme!
Böylesi bir konuşma
her zaman rastlanılabilecek türden bir konuşma değildir. Şahit olmamanızı
dilerdim . Lakin değiştirilemez ve geri de alınamaz. O günden sonra peri Sappho
kimsenin istemediği periler diyarına sürgün gitti. Giderken de lanet etti tüm
şairlere:
_ And olsun beni
sürgün gönderen Tanrıma ve onun da izniyle hiç bir şair mutluluğun şiirini
yazamayacak. And olsun beni def eden
şaire kimse şairlerin mutlu şiirlerini
beğenmeyecek.
O günden sonra şairler hep acıların, ayrılıkların,
üzüntülerin şiirlerini yazmaya başladılar. Ne zaman bir acemi şair mutlu bir şiir yazmaya çalışsa
kelimeler yan yana gelemedi, yakışmadı , ya kimse okumadı ya da okuyanlar hiç
beğenmedi. Bizim şair de diğer şairler gibi köhne masasında içlendi, ağladı,
dertlendi. Yazamadığında Sappho nun iğrenç görüntüsünü hatırlayıp
kursağındakileri kağıdına kusuyordu.
Yorumlar