ÖYKÜ, GELİNCİKLER



GELİNCİKLER

Beyaz Toros arabanın, tozlu arka camından bakarken gördüklerim mıh gibi çivilenmiş gözlerime. Ne yapıyorlar, ne konuşuyorlar? Anne neredesin?
_ Resmi nikahı geciktirmeyesin Recep, jandarma dert olmasın başımıza.
_ Yakında yaparım Allah’ın izniyle emmi.
Gelin olacaksın dedi annem.  Süt sağmaktan çatlamış ellerime baktım. Sobanın önüne serdiğimiz gazetedeki, boyalı kadına baktım.  Emine’yle atladığımız  ip vardı köşede ona baktım.
_ Gelinlik mi giyeceğim anne? Yaşasın!  Kırmızı dudak boyası sürecekler mi bana ?
Süreceklermiş.  Bıyıklı bir ağabey gelip gitmeye başladı sonraları bize.  Babama bir tomar para, anneme altın bir kemer verdi.  Yağlı kavurma kazanını yıkarken , duyuyordum:
_ Elinden iş gelir mi?
_ Gelmez mi,  yüz davar sağar bana mısın demez.
_ Yaşı kaç?
_ On beşine girdi yenice.  Okuması yazması var ama şart olsun ergen olunca bıraktırdım okulu. Kardeşlerine baktı evde.
_ İyi etmişsin emmi.  Kız kısmısı gün görmeyecek ki makbul olsun.
Yarın gidiyorsun dedi annem. Nereye? Dedim. Kendi evine dedi
.

_ Sen gelmeyecek misin anne?
_ Artık kocan olacak yanında.
_ Bildim . O bıyıklı ağabey . Adı ne onun?
_ Recep. Bir dediğini iki etmeyeceksin onun. Sözünden çıkmayacaksın. Babana laf getirmeyeceksin.
_ Anne ben seni özlerim ama gitmesem olmaz mı?
_ Recep aydan aya getirecek seni bize. Sakın onun sözünden çıkma emi!
Gelinlik giydirdiler. Kırmızı dudak boyası da sürdüler. Elimde kınalar, bilezikler. Recep arabayı sürüyor, annem altın kemeri takmış el sallıyor, kardeşlerim ağlıyor, ben gidiyorum , kulaklarım, kulaklarım çınlıyordu.
Gözlerini sımsıkı kapatırsan, dişlerini de sımsıkı sıkarsan çabucak sabah oluyormuş öğrendim. Süt sağmaklar, bulaşık yıkamaklar,  hasta ninenin alt bezi,  su taşımaklar, Recep’in bıyıklarından ibaretti hayat artık. Başkaca bir hayat bilsem ağlamaya dermanım da olurdu muhakkak. Korktuğumu, acıdığımı içime bile söyleyemeden ,ses etmeden kabul ediyordum her şeyi. Recep iyi biriydi. Aydan aya anneme götürüyordu. Elbiseler, cevizli sucuklar alıyordu. Eve gidince annem sarılıyordu bana ama ona sarılmak istemiyordum. Anne senin yüzünden ip atlayamıyorum artık, senin yüzünden kardeşlerimi göremiyorum, anne ben senin yüzünden her gece  dişlerimi sıkıyorum bak, diyemedim. Sarılmadım sadece.  O ise hala altın kemerini takıyordu.
 Birkaç ay sonra  gebe olduğuma  hüküm verdi Recep. Bu mide bulantıları hep bundanmış . Yüklüyüm diye ağır işleri bana yaptırmaz oldu. Suna  doğunca kız diye öpmedi. İşlere ortak olmaktan, kırkımın çıkmasını beklemeden vazgeçti. Anladım ki kusur kız olmasındaydı. Kız doğurduğum için ben de  kusurluydum elbette.

 O vakitten sonra anneme götürmeyerek cezamı kesti.  Erken yaşta çocuk doğurduğum için bazı zararlar görmüş vücudum. Yeniden anne olamayacakmışım.  Recep oğlan çocuk istediğini,  bunun için ikinci kez evleneceğini söyledi. Üzülmedim. Bana bir kardeşim olacak gibi gelmişti.  Benden birkaç yaş küçük bir kız getirdi bir gün eve. Adı Dilhan’mış. Suna o gün yürümeye başlamıştı. Ben Sunayla, Recep Dilhan la yatıyordu. Sabaha karşı Dilhan benim yanıma geliyor, yanakları ıpıslak yanımda uyuyordu.
Zaman su gibi akmış. Dilhan’ ın iki oğlu olmuş, davarlar çoğalmış, Recep in canı yine evlenmek çekmişti. Sunam okuyordu. Recep, Suna’yı okuldan alacağım   gibi laflar etse  daha ergen olmadı diyordum. Memeleri sivrilmeye başlamıştı Sunam ‘ın. Okula gitmezden evvel sımsıkı sarıyor kimsenin anlamasına izin vermiyorduk. İlkbaharda , Recep civar köylerden bir kız buldu.  Bu kızı almasına karşılık Suna’ yı kızın babasına verecekmiş. Berdelmiş. Söyle kıza; dedi ; yakında gelin olacak.
Suna benden akıllı; ben okumak istiyorum diyor. Ben evlenmem diyor. Anne beni gönderme diyor. Suna benden güçlü; ağlıyor. Bağırıyor. Kaçalım diyor. Beni okuldan almak suç diyor. Ne yaparım? Nasıl bakarım ? Nereye gideriz? Ya kötü olursak? Olmaz, gidemeyiz. Sunam ,benim küçüğüm ,o da geceleri dişlerini sıkarak uyuyacak. Dayanamam. Allah’ım bana yardım et.
_Recep kız evlenmek istemiyor,
_ Benim sözümden çıkmak sizin haddiniz mi lan it oğlu itler!
_ Baba vurma anneme baba!!.
Gözümü açtığımda saçımdan cam kırıklarını ayıklıyordu Suna ve Dilhan. Bir sıcaklık geliyor yüzüme , elimi götürüp yokluyorum. Kanmış. Öyle bir acıyor  ki kemiklerim. Anlatmaya dilim gücüm yetmez. Ara sıra bir iki tokat yemiştim Recep ten ama hiç böyle dövmemişti beni. Gerçi hiç itiraz da etmemiştim bu güne dek. Ve anlaşılan o ki bundan sonra da ölmemek için itiraz etmeyecektim. Yaralarım çok çabuk iyileşti. Sanki  zaman bile bu ayıbı bir an önce silmek ister gibiydi. Suna ses çıkarmamayı annesinin yediği dayaktan  öğrendi. Hiç konuşmuyor  artık. Benim annem de dayak yer miydi?

 Dayak yiyeceği için mi razı olmuştu beni evlendirmeye? Bu kadar kolay mı vaz geçmişti benden? Bir kere bile denememişti   beni kurtarmayı? Bu yüzden sarılamamıştım ona. Bu yüzden artık özlemiyordum onu. Olsun varsın, yerinde sağ olsun.
Günler sonra bir sandık geldi dünür evinden. İçinden bir dolu çaput , Suna  için beşi bir yerde ve benim  için bir altın kemer çıktı. Gelinin annesine sus payı bir altın kemer…
Düğüncüler Suna’ yı almaya geldiklerinde aynada taktığım kemere bakıyordum. Suna’nın ağlamaktan vazgeçmiş gözlerine  , kırmızı dudak boyasına, köşede duran okul çantasına, yaşlı damadın bıyıklarına baktım.  Suna ‘ ya; Hadi ! dedim. Koşmaya başladık yola doğru. İlk gelen arabaya el edecek , bileziklerin, altın kemerin parasıyla birkaç gün idare edecek, sonra ne iş olsa yapacaktım onun için. El ele koşarken ilk kez gülüyorduk. Suna ve ben kahkahalarla gülüyorduk kaçarken.  Özgürdük hayatımızda ilk kez. Kısacık bir an özgürdük.  Recep’in av tüfeğini de hesap edebilseydik 
           GÖKÇEN HAMARAT

Yorumlar

Adsız dedi ki…
���������� Gökçen söyleyecek söz bulamıyorum ������������������
sirence dedi ki…
iyi anlamdadır inşallah :) teşekkür ederim adsız:)

Adsız dedi ki…
çok etkilendim kaleminize sağlık ,
sirence dedi ki…
Çok teşekkür ederim çok naziksiniz.

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAZMASAYDIM ÇILDIRACAKTIM!!

BİR ADAMIN ONTOLOJİK SANCILARI

KILÇIK