ÖYKÜ, GELİNCİKLER
GELİNCİKLER
Beyaz
Toros arabanın, tozlu arka camından bakarken gördüklerim mıh gibi çivilenmiş
gözlerime. Ne yapıyorlar, ne konuşuyorlar? Anne neredesin?
_
Resmi nikahı geciktirmeyesin Recep, jandarma dert olmasın başımıza.
_
Yakında yaparım Allah’ın izniyle emmi.
…
Gelin
olacaksın dedi annem. Süt sağmaktan
çatlamış ellerime baktım. Sobanın önüne serdiğimiz gazetedeki, boyalı kadına
baktım. Emine’yle atladığımız ip vardı köşede ona baktım.
_
Gelinlik mi giyeceğim anne? Yaşasın!
Kırmızı dudak boyası sürecekler mi bana ?
Süreceklermiş. Bıyıklı bir ağabey gelip gitmeye başladı
sonraları bize. Babama bir tomar para,
anneme altın bir kemer verdi. Yağlı kavurma
kazanını yıkarken , duyuyordum:
_
Elinden iş gelir mi?
_
Gelmez mi, yüz davar sağar bana mısın
demez.
_
Yaşı kaç?
_
On beşine girdi yenice. Okuması yazması
var ama şart olsun ergen olunca bıraktırdım okulu. Kardeşlerine baktı evde.
_
İyi etmişsin emmi. Kız kısmısı gün
görmeyecek ki makbul olsun.
…
Yarın
gidiyorsun dedi annem. Nereye? Dedim. Kendi evine dedi
.
_
Sen gelmeyecek misin anne?
_
Artık kocan olacak yanında.
_
Bildim . O bıyıklı ağabey . Adı ne onun?
_
Recep. Bir dediğini iki etmeyeceksin onun. Sözünden çıkmayacaksın. Babana laf
getirmeyeceksin.
_
Anne ben seni özlerim ama gitmesem olmaz mı?
_
Recep aydan aya getirecek seni bize. Sakın onun sözünden çıkma emi!
…
Gelinlik
giydirdiler. Kırmızı dudak boyası da sürdüler. Elimde kınalar, bilezikler. Recep
arabayı sürüyor, annem altın kemeri takmış el sallıyor, kardeşlerim ağlıyor,
ben gidiyorum , kulaklarım, kulaklarım çınlıyordu.
…
Gözlerini
sımsıkı kapatırsan, dişlerini de sımsıkı sıkarsan çabucak sabah oluyormuş
öğrendim. Süt sağmaklar, bulaşık yıkamaklar, hasta ninenin alt bezi, su taşımaklar, Recep’in bıyıklarından
ibaretti hayat artık. Başkaca bir hayat bilsem ağlamaya dermanım da olurdu
muhakkak. Korktuğumu, acıdığımı içime bile söyleyemeden ,ses etmeden kabul
ediyordum her şeyi. Recep iyi biriydi. Aydan aya anneme götürüyordu. Elbiseler,
cevizli sucuklar alıyordu. Eve gidince annem sarılıyordu bana ama ona sarılmak
istemiyordum. Anne senin yüzünden ip atlayamıyorum artık, senin yüzünden
kardeşlerimi göremiyorum, anne ben senin yüzünden her gece dişlerimi sıkıyorum bak, diyemedim.
Sarılmadım sadece. O ise hala altın
kemerini takıyordu.
Birkaç ay sonra gebe olduğuma hüküm verdi Recep. Bu mide bulantıları hep
bundanmış . Yüklüyüm diye ağır işleri bana yaptırmaz oldu. Suna doğunca kız diye öpmedi. İşlere ortak olmaktan,
kırkımın çıkmasını beklemeden vazgeçti. Anladım ki kusur kız olmasındaydı. Kız
doğurduğum için ben de kusurluydum
elbette.
O vakitten sonra anneme götürmeyerek cezamı
kesti. Erken yaşta çocuk doğurduğum için
bazı zararlar görmüş vücudum. Yeniden anne olamayacakmışım. Recep oğlan çocuk istediğini, bunun için ikinci kez evleneceğini söyledi.
Üzülmedim. Bana bir kardeşim olacak gibi gelmişti. Benden birkaç yaş küçük bir kız getirdi bir
gün eve. Adı Dilhan’mış. Suna o gün yürümeye başlamıştı. Ben Sunayla, Recep Dilhan
la yatıyordu. Sabaha karşı Dilhan benim yanıma geliyor, yanakları ıpıslak
yanımda uyuyordu.
…
Zaman
su gibi akmış. Dilhan’ ın iki oğlu olmuş, davarlar çoğalmış, Recep in canı yine
evlenmek çekmişti. Sunam okuyordu. Recep, Suna’yı okuldan alacağım gibi
laflar etse daha ergen olmadı diyordum.
Memeleri sivrilmeye başlamıştı Sunam ‘ın. Okula gitmezden evvel sımsıkı sarıyor
kimsenin anlamasına izin vermiyorduk. İlkbaharda , Recep civar köylerden bir
kız buldu. Bu kızı almasına karşılık
Suna’ yı kızın babasına verecekmiş. Berdelmiş. Söyle kıza; dedi ; yakında gelin
olacak.
…
Suna
benden akıllı; ben okumak istiyorum diyor. Ben evlenmem diyor. Anne beni
gönderme diyor. Suna benden güçlü; ağlıyor. Bağırıyor. Kaçalım diyor. Beni
okuldan almak suç diyor. Ne yaparım? Nasıl bakarım ? Nereye gideriz? Ya kötü
olursak? Olmaz, gidemeyiz. Sunam ,benim küçüğüm ,o da geceleri dişlerini
sıkarak uyuyacak. Dayanamam. Allah’ım bana yardım et.
_Recep
kız evlenmek istemiyor,
_
Benim sözümden çıkmak sizin haddiniz mi lan it oğlu itler!
_
Baba vurma anneme baba!!.
Gözümü
açtığımda saçımdan cam kırıklarını ayıklıyordu Suna ve Dilhan. Bir sıcaklık
geliyor yüzüme , elimi götürüp yokluyorum. Kanmış. Öyle bir acıyor ki kemiklerim. Anlatmaya dilim gücüm yetmez. Ara
sıra bir iki tokat yemiştim Recep ten ama hiç böyle dövmemişti beni. Gerçi hiç
itiraz da etmemiştim bu güne dek. Ve anlaşılan o ki bundan sonra da ölmemek
için itiraz etmeyecektim. Yaralarım çok çabuk iyileşti. Sanki zaman bile bu ayıbı bir an önce silmek ister
gibiydi. Suna ses çıkarmamayı annesinin yediği dayaktan öğrendi. Hiç konuşmuyor artık. Benim annem de dayak yer miydi?
Dayak yiyeceği için mi razı olmuştu beni
evlendirmeye? Bu kadar kolay mı vaz geçmişti benden? Bir kere bile denememişti beni
kurtarmayı? Bu yüzden sarılamamıştım ona. Bu yüzden artık özlemiyordum onu. Olsun
varsın, yerinde sağ olsun.
…
Günler
sonra bir sandık geldi dünür evinden. İçinden bir dolu çaput , Suna için beşi bir yerde ve benim için bir altın kemer çıktı. Gelinin annesine
sus payı bir altın kemer…
Düğüncüler
Suna’ yı almaya geldiklerinde aynada taktığım kemere bakıyordum. Suna’nın
ağlamaktan vazgeçmiş gözlerine , kırmızı
dudak boyasına, köşede duran okul çantasına, yaşlı damadın bıyıklarına baktım. Suna ‘ ya; Hadi ! dedim. Koşmaya başladık
yola doğru. İlk gelen arabaya el edecek , bileziklerin, altın kemerin parasıyla
birkaç gün idare edecek, sonra ne iş olsa yapacaktım onun için. El ele koşarken
ilk kez gülüyorduk. Suna ve ben kahkahalarla gülüyorduk kaçarken. Özgürdük hayatımızda ilk kez. Kısacık bir an
özgürdük. Recep’in av tüfeğini de hesap
edebilseydik …
GÖKÇEN HAMARAT
Yorumlar